Günümüzde Osmanlıcılık Üzerine

Günümüzde Osmanlıcılık Üzerine ….

Efendim bir Osmanlıcılık almış başını gitmekte son zamanlarda. “Biz Osmanlı Torunuyuz!” nidaları atan ve söz konusu Devlet hakkında hiçbir malumatı olmayan bir güruh yetiştirildi ne yazık ki. Gel gelelim bu durum ve onların kendilerinin ait olmadıkları bir ailenin ferdi ve mensubu saymaları ayrı bir konudur, ayrı olarak ele alınmalıdır. Asıl mühim ve önemsenmesi gereken burada bu sahiplenmeyi ve kimlikleştirmeyi yapanların bu malumatlar ile nasıl ve neden doldurulduklarıdır. Tabiki bir ihtiyaç sonucudur.
Cumhuriyetin kazanımları ile birlikte, geçmişe karşı duruş ve reddiye sergilenmeye başlanmış yeni kurulan devletin bürokrasisi içinde. Belki bir takım yenilikleri oturtabilmek adına başlangıç dönemlerinde başka çare yoktu. Hatta tek yolu bu olarak görmüş olabilir dönemin idaresince. Ancak Cumhuriyetin kazanımlarını anlayacaksak öncelikle gemisinden ayrıldığınız bir öncesi devleti yani Osmanlı Devletini anlamamız gerekirdi. Çünkü Osmanlı devleti sebep, sonuç ise Türkiye Cumhuriyeti idi. Bu mantıksal denklem kurulup topluma anlatılabilseydi şu an farklı bir yazı okuyor olacaktık belki de.
Çok da acımasız olmamak lazım, Cumhuriyetin erken dönemlerinde yeni devletin kurucuları ve toplum zaten bu bilgiye sahipti, dolayısı ile geçmiş ile aralarındaki bağı güçlendirecek böyle tarihi bir eğitime ve mantık kuramına ihtiyaçlarının olmaması doğal olabilir. Ancak “Zaman” bilgisizliği, bilgide durağanlığı affetmez. 1950 itibari ile gelen ve Osmanlının son dönemini yaşamamış ve tanık olmamış Cumhuriyet Memnuniyetsizleri için bu kulaktan aktarılan bilgilerle yanlı ve kanlı olarak şişirilmiş “Alternatif Devlet” rüyası bir çıkış noktasıydı. Sonraki yıllarda kaçılacak sığınılacak bir hayaldi artık. Onca Askeri darbe ve ihtilaller zincirlerinden sonra maphus düşmüş, onuru kırılmış, özgürlüğü alınmış bir kesim insan için sarılabilecekleri ihtişam ve güç dolu ideolojik bir rüyaya dönüştü her geçen gün “Osmanlıcılık”. İnsanımızın karşısına Askeri darbeler ile birlikte bir de, Cumhuriyet kültürünü bir tür “kült” yani yarı mitolojik, yarı dinim bir kabulleniş haline getiren bir Aristokrat zümre de dikilince bu “Alternatif Devlet” hayalini kurmanın cazibesi de artıyordu beraberinde.
Kuşkusuz Osmanlı Devletinin, Türk tarihi içinde hiç de göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir yeri vardır. Ancak bu tarihsel süreci ve kurumu siyasal yani ideolojik merkezlerine malzeme etmek isteyenler sebebi ile Osmanlı Devletinin yönetimsel özgünlüğü hep göz ardı edilmektedir. Bir tarafın bu aşırı sahipleniş durumu diğer tarafında itişine sebep olmuştur. Hatta geri kalanın ise bunu gereksiz bir çatışma olarak algılayıp bu hususları öğrenme isteğine bile kıyısından bulaşmamıştırlar.
Hiç bir siyasal akımın veya dini yönelimin kendi hegemonyasını kullanmak adına, Osmanlı Devletinin “Muhtarı” kesilmesi ve tarihi istismar etmesi  kabul edilebilecek bir durum değildir. Bu ancak zamanın ruhunda yatan “kolaycılığın” bir sonucudur. Yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan insanımızın “keyif” ile ulaştığı “tembelliğinin” sonucudur. Öyle bir tembelliktir ki bu, hakkında bir kelime bir okumadan, araştırmadan bir olguyu sahiplenmek noktasındadır. Bu belkide Dini Hayatın 16 yy. sonrasında deforme edilmesinin bir sonucu olarakta değerlendirilebilir. Bunu düşünmenin ve araştırmanın bu topraklara bir nebze gönül bağı olan herkesin başlıca görevi olduğunu düşünüyorum. Bu bir gönül borcudur.
Gelelim konumuza Osmanlı devletinin neden yükselebildiği ve sonrasında düşmesine sebep olan hususa. Bu tabiki her doğa yasasına tabi olan, yani dünya “tabiatı”na boynu kıldan ince olmuş cümle canlı organizmaların ortak sorunudur. “ÇÜRÜME”, hiçbir canlı organizma yoktur ki, buna tabii olmasın. İnsan bedeni gelişimini nasıl 20 li yaşlarına ulaştığında tamamlayıp, sonrasınd “Çürümeye” meğil ediyorsa, söz konusu durum tüm canlı organizma ve organizasyonlarında ortak kaderidir.
Sonsuzluğun insana ait bir sıfat olmayıp, Allah”a mahsus olduğunu tüm inanlar kabul edecektir. İnsan “Fani” dir, ve bu onun kaderidir. Bu inanca sahip olanın da kalkıp insanlardan müteşekkil bir yapının sonsuzluğu hikayesi peşine takılması, yaratılan cümle mahlukat ve insanlığa eziyet ve gönül kırıklığı yaratacaktır ki, bu da inanç ve iman hususunda büyük bir çelişkidir.
İnanmayanlar için de anlatırsak, Dünya ve doğa kanunları çerçevesinde bu durumu ele aldığımızda, süreli olan canlı organizmaların, süreli bir hayal ve “idea” peşinde koşmaları onları günlük materyal dünyanın gerçeklerinden uzaklaştırıp, yaşamsal varlıklarını tehlikeye atarak, türün devamı konusunda engel oluşturmaktadır. Bunun evrensel fizik kanunları açısından matematiksel bir karşılığı olmayacaktır.
Bu açıdan devam edersek, Osmanlı’nın ne kadar “harikulade” bir sisteme sahip olduğunu düşünseniz bile onu bir araya getiren ve tutanların insan olduğunu unutmamız gerekir. “İnsan” kusurludur ve yaratılımı gereği bu böyledir. Bunu değiştirmenin bir yolu yoktur. Dolayısıyla elini attığı herşey gibi kurduduğu ”devlet” denen kurum da çürümeye mahkumdur. İnsanın kusurları ise “açgözlülük, kıskançlık” ekseninde yürüyüp derecesi yani şiddetleri sonsuzdur. Kendi varlığı ise bunları sürdüremeyecek kadar kısadır. Ortalamanın üzerinde bir uzunluğa sahip bile olsa, başka bir “kusurlu” tarafından elencektir oyundan, ya da “ölüm” tarafından.
Osmanlıya dair hayaller kuranların ise ellerindeki Cumhuriyetin kıymetini verememenin sonucu olarak gelecekte, torunlarına belki Cumhuriyetin hayallerini anlatmak kalacaktır.

Popüler Yayınlar