TÜRK OKÇULUĞU İLE TANIŞMA !
TÜRK OKÇULUĞU İLE TANIŞMA !
Herşey bir sabah internet den indirdiğim HaberTürk Televizyonunda yayınlanmış olan Tarihin arka odası isimli programın “Türk Okçuluğu” ile ilgili programını izlememizle başladı. Sanırım 2011’in Ocak ayıydı. Tabi bizim malum durumumuz, yani Mehmet Lemi BAĞDATLILAR’ın öğrencileri olmamız sebebi ile savaş sanatlarına kayıtsız kalmamız mümkün olamazdı. Üstelik hocamız bu konuda yani “Türk Okçuluğu” konusunda da çalışmaları olmuş, aklımızın bir köşesinde yer etmiş bir meseleydi.
Dönelim “Tarihin Arka Odasına” Murat Bardakçı, Erhan Afyonlu ve Pelin Batu’nun sunduğu, bu programa geceleri çalıştığım sıralar Haber Türk Ekranlarında rastlamıştım. Murat Bardakçı’nın tarih konusundaki şaşırtıcı yetkinliği ve Erhan Afyonlu’nun akademik kariyeri ile Pelin Batu’nun kimi zaman uyuya kalan entellektüelliği programın popüler olmasında önemli ayrıntılardandı. Ancak programın geç saatlerde başlayıp sabaha doğru bitmesi, takip edebilmek açısından güç oluyordu. Böylesi bir programın Türk insanından uzak bir şekilde neredeyse gizlenerek yayınlanması rahatsız edici aslında, televizyon denen yayın organında sürekli olarak düzeysiz ve yozlaştırıcı ürünlere alışık olan bizler için Murat Bardakçı’nın tarihçiliği tartışılsa bile, insanlara buradan az da olsa hatırlamadıkları unuttukları tarihlerini anar oldula. Bende internet denizinde torrent isimli paylaşım ortamında bu programın bölümlerini indirip temin ediyordum. Genellikle de eşim ve kızımla sabah kahvaltısın esnasında izlemeyi tercih ediyorduk. Tabi ki bu sayede kahvaltılarımız uzayıp gidiyordu. O sabahlardan bir tanesinde “Türk Okçuluğu” nun tanıtımının yapıldığı programdı.
Programa katılan Dr. Yaşar Metin Aksoy ve Av. Adnan Mehel Beyler konu hakkındaki yeterlilikleri karşısında hayretler içersinde kalmıştık. Türkiye de böylesi unutulmuş bir konuda bu kadar bilgi toplayabilmek ve sonunda insanlarla bunu paylaşmak pek alışık olmadığımız bir durumdu. Ancak bu insanların bu sanata nasıl gönül bağladıklarını görünce inanın yarınlara umudumuz daha fazla arttı. Bu sadece eski bir savaş sanatının yeniden anlaşılması değil, bir toplumun kimliğini globalleşen bir dünya nasıl aradığının ipuçlarıydı. Bu hepimizin arayışıydı aslında.
Programda Bir Türk okunun ve yayının imali ve katlanılan emeğin ve kullanıcısındaki estetik ve disiplinin önemi eşimle benim için uzak konular değildi. Aikido gibi Japon savaş sanatlarına gönül vermiş herkes kılıç ve yayın savaş alanında ve en önemlisi insan ruhunun disipline edilmesi hususundaki hassasiyetini bilir. Savaş amaç ve sonuçları açısından tartışmalı ve çelişkili bir durum arz ederken. Savaş sanatları, insanın varoluşsal sebebini sorgulaması ile karşı karşıya getirmesi açısından bireyi felsefi bir düşünce boyuta taşır.
Doğal olarak da savaş sanatları eğitimi ve icrasında kullanılan araçlar bu sebeple hem imal hemde kullanımı hassas ve sofistike bir hal alır. Örneğin japon sanatlarında kullanılan “Boken” adı verilen “tahta kılıç” hem barındırdığı doğal malzemenin sadeliği ve görünüm olarak sıradanlığı görenleri aldatır. Bu sıradan ve basit gibi gözüken “odun parçası” belli bir hesap belli bir deneyimin ürünüdür. Sap kısmından başlayarak uç “namlu” kısmına kadar bir hesap ve ölçü barındırır. Kullanımı ve eğitimi ise başlı başına bir teknik meseledir. Aynı kılıç eğitiminde olduğu gibi kılıcın boyu kullanacak olanın boyuyla doğru orantılı olması gerekirlilik yine burada da geçerlidir. Boken denen bu tahta kılıcın önemini sanırım Japonya’nın tarihteki en önemli kılıç ustası Miyamoto Musahi’nin 30 yaşından sonra bir daha normal çelik kılıç kullanmayarak düellolarını kazandığı hatırlatırsak sanırım bu silahın ne denli tehlikeli olabileceğini görebiliriz.
Türk Yayına geldiğimizde ise dünya daki diğer yaylardan farklılık göstermektedir. Bu konuda ülkemizde en yetkin isimlerin bir araya geldiği http://www.kemankes.com adresinden Kemankeş grubundan bu konuda önemli bilgiler elde edebilirsiniz. Geleneksel Türk Okçuluğu konusunda Dr.Yaşar Metin Aksoy’a buradan ayrıca teşekkür etmek isterim, 2011’in Temmuz ayında kendisine bir ziyarette bulunmuştuk Tokat’ta, bize kısa da olsa çok önemli bilgiler vermişti. Bu değerli bilgilerin elde edilmesinin güçlüğünü ve bilginin paylaşılması hususunda büyük gayretler içerisinde bulunduklarını gördük. Ayrıca bu konuda bir kitap tavsiyesi de yapmak isterim. “Kavsname” isimli bu kitap 1735 yılnda Kemankeş Mustafa Efendi’nin kaleme aldığı ve Dr.Hanifi Vural ile Dr.Yaşar Metin Aksoy’un hazırladığı kitap Taşhan Kitap Yayınlarından çıkmıştır, dileyenler kitapyurdu sitesinden http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=577606 adresinden kitabı sipariş edip edinebilirler..
Efendim, bize gelince boş durmayıp önceden IAIDO çalışmalarımız esnasında tanıştığımız değerli Hattat sanatçısı sayın Efdaluddin Kiliç’a (http://efdaluddin.com/ )nasıl bir yay edinip başlayabileceğimizi sorduk, sağolsun o da bize bu konuda yapmamız gerekenleri, yani öncelikle bir yay edinmemizi tavsiye etti. Kendisinde Samick marka bir 45 librelik kore yayının olduğunu ve bununla başlayabileceğimizi söyleyince biz de tavsiyesine uyarak kendisinden bu yayı temin ettik. Yayın İstanbul’dan elimize geçiş sürecini beklemek bayağı bir heyecan yaratmıştı bizde. Gelince de Tunç Okçuluktan temin ettiğimiz oklarımızla ilk atışlarımızı yaptık. Açıkçası ilk atışlarda insan tedirgin olmuyor değil, yüzünüzün çok yakınından hızla bir cisim fırlayıp gidiyor ve yayın gerginliği hissetmek ayrı stres yaratıyor baştan.
Ancak bu işe başlamadan önce kimse bize “Ok atan Altın atar” atasözünü hatırlatmamıştı. Biz bunu gelen ilk okları heba ettikten sonra acıda olsa anlamıştık. Ancak en büyük sıkıntı yer konusunda oldu, atış talimi için uygun bir yer bulmamız gerekiyordu. Hatalardan biri işte tam burada başlıyordu. Atış talimi denilince aklıma bizim burada Muş Emniyetine bağlı Özel Harekat Şubesinin atış alanı aklıma gelmişti. Bizde cümbür cemaat, eşim kızım atladık arabamıza gittik atış alanına, gerekli izini aldıktan sonra bir güzel fotoğraf çekimi ile atışımızı yaptık, yapmasına ancak oklarımızın önemli bir kısmının “gez” yani arkalıkları kırılmış olarak evin yolunu tutmuştuk.
İlerleyen günlerde benim ahşaptan kırılan gezlerin yerine ilkel basit gez yapmam ile birlikte bunları deneyebileceğimiz, evimizin yakınında bir saklı cennet bulduk. Ufak bir derenin yanında çukur bir alan içerisinde bulunan bu yer bizim Boken ve Ok çalışmamız için bize ev sahipliği yaptı yaz boyunca. Biz bu çalışmalarımızı abartarak güzel bir piknik fırsatına dönüştürmeyi de ihmal etmiyorduk. Sanırım bundan en fazla karlı çıkan kızım Şimal oldu. Bir miktar yiyecek ve kahve hazırlayıp soluğu burada alıyorduk.
Ancak bir sorun vardı kış geliyordu. Kışın ne yapacaktık. Bize kapalı bir mekan lazımdı. Yazın İstanbul’a yapmış olduğumuz ziyaretten sonra bu konuya el atarak, kaldığımız lojmannın en alt bodrum katındaki boş alana el attık. Burada genellikle dairelerde oturanlar kullanmadıkları malzemeleri, kışlık lastikleri gibi eşyaları buraya bırakıyorlardı. Bizde komşularımızdan gerekli izinleri aldıktan sonra kendimize burada güzel ve sade bir atış poligonu oluşturduk. Topladığımız karton, straforlar ile düzenek hazırladık. duvara kullanmadığımız eski halımızı silikon ile yapıştırdık. Duvar önüne büyük koliler ile ve içlerine doldurduğumuz malzemeler ile düzeneğimiz hazırdı. Böylelikle en büyük sorunumuz olan kapalı alan ihtiyacımızı karşılamıştık ve kışa hazırdık, üstelik her daim fırsat bulduğumuzda 3 kat aşağı inip ok atabileceğimiz atış poligonumuzla.
Türk okçuluğu artık günümüzde hızla büyüyen bir kitleye sahip, gerek kaynakların fazlalaşması, bu konuda yetkin insanların birer birer ortaya çıkışı ile hakettiği yeri bulacak gibi. Bizler ata sporu derken yalnız “Güreş” değil artık “Okçuluk” da diyebildiğimiz bir zamana geldik.