SON YENİÇERİ – REHA ÇAMUROĞLU


SON YENİÇERİ – REHA ÇAMUROĞLU

Tarih romancılığında İhsan Oktay ANAR ile birlikte anmaya “Son yeniçeri” yi okuduktan sonra karar verdiğim Reha ÇAMUROĞLU’nun bu kitabıyla tarihimizin yada daha doğrusu resmi osmanlı tarihinin bile görmek istemeyeceği bir gerçeği bi- zlere sunuyor. İster yeniçeri Ocağı karşıtı olun, ister olmayın. Sanırım kitabı okuyan herkesin yüreği “ocaklı” kelimesini duyunca ruhunun derin- liklerinde çok eski bir acı hissedecek Osmanlı Devletinini direği neredeyse “Kapı Kulu” denen askeri sınıfa, bu sınıf ve Devleti Osmaniye de “yeniçeri Ocağı”na emanet edilmiştir.
Tarih bize yeniçeri Ocağının Osmanlı Devletine bir Hacı Bektaşı veli ema- neti olduğunu gösterir. Hacı Bektaş’a götürülüp el öptürülen bu genç asker yüzyıllar boyu o öptüğü eli başının üzerinde kırmızı başlığı ile temsilen taşır.
Hikayemiz Sarı Ağa adıyla sonradan anılacak olan rus bir kölenin ağzından ve onu efendisi olan Ağanın oğlu Sabit Ağa tarafından anlatılır. Hikayemizi dinlediğimiz Sarı Ağa, aslında bir yabancı, kök olarak hiristiyan Ortodoks bir kültür den gelir. Ancak biz okuyucular kadar yabancıdır o dönemin Osmanlısına ve Bektaşiliğine. Dönemin İstanbul’u içinde esnafıyla, ahalisiyle, çardaklarıyla cap canlı karşımızdadır. San-ki orda ocakta tüten kahvenin kokusunu bile duyabiliyorsunuz.
zamanın ruhunu başarıyla yansıtabilmiş, günümüzde çok fazla rağbet görülmeyen tarih ve onun romancılığının en güzel örneklerinden biriyle karşı karşıya ka- lan okur için en elzem şeyin bu kitabı okurken bol köpüklü bir türk kahvesinin yeri olacağını söylemem gerekir.
tabi bu keyifle okumanın yanı sıra kitabın hüzün dolu bir yanı da var, sonuç bellidir. Kimi za- man kitapta okuyan için umut- lar barındırsada sonucu zaten tarih belirlemiştir. toplumu- muzda tarikat ile cematin ne ka- dar sığ bir şekilde karıştırıldığı, oysa ikisinin ne büyük bir müc- adele içinde yüzyıllarca müc- adele ettiklerine tanık oluyoruz.
Sadece askeri bir sınıfın kaldırılması değil, aynı zamanda tarikatı Aliyeyi Bektaşi’nin Osmanlı topraklarından ortadan kaldırılışına tanık oluyoruz. Dönemin en büyük tarikatı ve askeri sınıfının nasıl zındıklıkla kolayca suçlanıp yok edildiğini görüyoruz. Aynı zamanda zamanın bu askeri sınıfı nasıl harcadığını, işin içine şehvetin dolayısıyla menfatin girmesiyle bir sistemin nasıl yozlaşabileceğini anlıyoruz. Ancak gözden kaçırılmaması gereken bir nokta yeniçerinin aynı zamanda toplumun düzenini ko- ruyan, devletin sınır boylarını bekleyen, osmanlının sefer ilan ettiğinde meydandan meydana savaşan bir sınıf olduğu, gerektiğinde günümüzde “balans ayarı” diye adlandırılan, osmanlı içinde bir tür fonksiyonu olan bir tür devlet jandarması gibi çalışan bir topluluk.
Kitapta en önemli diyaloglar Sabit Efendi ile Habib’in olsa gerek, bu toprakların gerçek derdini ve aslında devlet yönetimindeki günümüz sorunlarına ışık tutan bir hal içinde- dir. Sanki ocak bugüne doğru zaman tünelinden bize doğru doğrusunu ve yanlışını fısıldamaktadır. Kendine bir eleştiri, ama en önemlisi bugüne ka- dar hiç duymadığımız savunmasını yapmaktadır tarih önünde. vakayı Hayriyenin nasıl uzun vadede bir dev- let için vakayı Şerriye ye dönüştüğünü görüyoruz.

Ayrıca kiTap haricinde ileri okuma- lar için okuyuculara İsmail Hakkı uzunçarşılı’nın “Kapıkulu Ocağı” ve yine reha çamuroğlu’nun “yeniçer- ileri Bektaşiliği ve vaka-i Şerriye” yi tavsiye ediyorum.

Popüler Yayınlar