Perdesiz Gitar


Perdesiz Gitar

Şimdi diyeceksiniz ki hayda nerden çıktı bu perdesiz gitar !

Efendim anlatalım, malum eşimin bana 2008 de almış olduğu bir kız ney ile başlayan ney maceramız sonradan sayın Ferit YAVUZ hocam dan almış olduğum mansur ney ile devam etmekteydi. Ney üfleyen veya üflemeye başlayan herkes iyi bilir ki Türk Musikisini öğrenmeden ney üflemenin flüt üflemekten öteye geçmez, hatta mümkün değildir. Türk Musikisi Makam ve Usullerinden nasip almak her ney severin vazifesi haline gelir.

Peki nedir bu Türk Musikisi ile bizim ilkokuldan başlayan Türk Müziği arasındaki fark ? yada böyle bir tanımlama veya tasnif var mıdır. Benim için ney üflemeden önce sorsaydınız bu ayrımı bilemezdim, ben daha çok batı müziği temelli bir alımlamadan geldiğim için, bana göre müzik Rock, Blues ve klasik müzik gibi bir tasnif içerisinde yer alırdı. Hatta Türk Müziğini annemlerin büyüklerimin dinlediği Türk Sanat Müziği ve bilumum sanatçıları Zeki Müren ile Ahmet Özhan arasında bir şey sanırdım. Tabi birde Hafif Batı Müziği diye bir şeyler vardı malum Sezen Cumhur Önal’ın Türkçe sözler yazdığı ve bilumum ekranlarda namzet gösteren şarkıcıların seslendirdiği şarkılar vardı. Ancak o günlerde hafızamda yer etmiş biri vardı söz etmeden geçmek istemediğim, Kani KARACA ! TRT 1 de mevlit programlarının vazgeçilmez mevlithanı.


Biz o yaşlarda her ergen çocuk gibi herşeyi dalgalandırmayı vazife edinmişiz ya rahmetliyi de yerli “Ray Charles” yada “Stevie Wonder” diye anıyorduk. Aslında bu insanların ne olduğunu ne yaptıkları hakkında hiçbir bilgimiz yoktu. Sadece etrafımızdaki büyüklerin Kani KARACA ve onun gibileri dinlerken gözyaşlarını mendillere silerken takındıkları hallere bir anlam veremiyorduk. Oysaki bizim için “Stevie Wonder” ne kadar güzel “Part Time Lover” diye söylüyordu.
Efendim, Türk Müziğine o dönemlerde ancak ve ancak TRT1 de dinleme şansı elde ediyorduk, onu da maalesef dinlemiyorduk. O nedenle ancak yıllar sonra Türk Müziği ile Türk Musikisi arasındaki farkı keşfedebildim. Bizim Türk Müziği diye bildiğimiz günün tüketilebilir ve gündelik olarak farkında olmadan dinlediğimiz ve İlkokulda Flütümüz ile “Ilgaz Anadolu”nun sen yüce bir dağısın” icramız ile devam eden aslında Batı Müziği olduğunu öğrenmem çok yıllar sonra olmuştu ve biraz da garipsemiştim doğrusu.
Peki ne oldu da biz Türk Musikisi’nden bir haber olmuşuz da yerine Çağdaş olduğu iddia edilen Türk Müziği gelmiş. Cevap basit gözükse de bir o kadar karmaşık ve aniden siyasi ve politik çağrışımlar yapmakta ve sonucunda bizi haksız noktalara götürebilir. Bu nedenle konunun siyasi ve ideolojik kısmını bir kenara bırakıp işin daha önemli tarafına konuyu yönelteceğim. Ancak Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti kadrolarının Türk Musikisini yasaklayarak yerine ise Batı kökenli klasik müziğe yönelmeyi seçmişti.
Görünüşte eskinin “tu kaka” edilmesi, hoş durmuyor, 1923 ile birlikte geçmiş ile akdimizi fes etmiş, yerine Batıdan ithal ettiğimiz bir kültür paketini koymayı denemişiz. Hatta daha da ileri gidilerek Türk Musikisinin icrasını bile yasaklamışız. Bir tür cinnet hali yaşamışız. Eskiye dair ne varsa 1826 daki Osmanlı Toplu Cinnet Vakasında olduğu gibi yok edilmiş, dünün muteberi bugünün ayıbı olarak görülmüş. Peki gerçekte böyle mi olmuş, başka bir niyet başka bir mantık yürütülmüş müydü ?
Ancak ufak bir nokta bize başka bir mananın kapılarını açabilir. Yeniden kurulan devletin baz aldığı Batı Müziğindeki “A” yani la notası ile başlayan nota dizimi yerine “C” yani do ile başlayan bir nota dizimi tercih edilmiş. Yani Çargah sesi, yani do sesi temel alınarak nota diziminin başına konmuş. Diyeceksiniz ki ne fark eder ki, laik bir anlayışa sahip bir devleti kuranlar, yaptıkları Müzik Devriminde niye batıdan aldıkları sistemin içine “A” yani la notası ile başlayan bir nota dizilimi yerine “C” yani do ile başlayan bir nota dizimi tercih etmişlerdir? Belki benimkisi sadece bir kuruntu, ancak “C” yani do’nun Türk Musikisindeki karşılığının Çargah olduğu ve Türk Musikisinde Çargah sesi ve makamının Hz.Peygamberin “Kuran-ı Kerim”i okuduğu ses ve makam olduğu ve bunun hafız ve mevlithanların eğitiminde önemli yer tututuğu göz önüne alınırsa sanırım kurulan bu laik yapılı yeni Türk Devletinin Müzik devriminde tuhaf bir seçim yaptıkları, yada bunu bilerek yaygın bir müzik eğitimi standardı oluşturma ve bunu oluştururken gelenekten kopmadan yapma gayreti içinde olduklarını görebiliriz. Yada herşey tamamen bir tesadüf ve sadece bizim olaylara “algıda seçicilik” ilkesi doğrultusunda gerçeğe verdiğimiz başka bir anlam seçkisi.

Yahu Türk Musikisi olsa ne olur ? 
Türk Müziği olsa ne olur ?

Türk Musikisinin geçmişi bizi orta asya’ya kadar götürür, dünya medeniyeti içerisinde Türk Musikisi önemli bir yer tutmaktadır. Bizim bugün Klasik Batı Müziği olarak bildiğimiz türün başlangıcı neredeyse Rönans’ın başlamasından öncesine kadar uzanmaz neredeyse, uzansa da bu uzantının İspanya’nın güneyinde var olmuş Endülüs Devletine kadar indiği görülmektedir. Türk Musikisi üzerine İsmail Hakkı ÖZKAN’ın “Türk Musikisi Nazariyatı ve Usülleri” başlıklı kitabını öneririm. Hem Türk Musikisinin tarihsel süreci ve Arap, Yunan ve Bizans müziğinden tamamen farklı ve kendine özgü oluşu hakkında çok faydalı bilgiler bulabilirsiniz bu kitapta. Böylelikle Türk Musikisinin Bizans yada Arap müziğinin devamı olduğu iddialarının nasıl asılsız olduğunu aynı kaynaktan görebiliriz.
Günümüz Türk Müziği olarak adlandırılan müzik sistemin Batı Müziğinin bize uyarlanmış hali olduğu ve bu farkın en önemli halini ses aralıklarında yattığını göreceğiz. Ses aralığı nedir ? Ses aralığı iki farklı ses yada diğer adıyla notaların arasında kalan mesafe olarak adlandırabiliriz.
İki sesin arasında kalan bölüme “tam ses” adı verilmiş olup, bunun bir yarısı önceki sesin diyezi, sonraki sesin bemolü olarak geçer, ve batı müziği bu ayrımı Bach ile birlikte yarım bir sesi 4,5’lik bir değer ile alırlar. Bu sisteme “Tampere Sistemi” denir. Böylelikle do’dan başlayıp bir sonraki oktavın do’suna kadar giden bir 8’lik dizi içinde birbirinden eşit uzaklıkta 12 ses meydana gelir ve tam sesler ile birlikte toplamda bir 8’li dizi içinde toplam 20 ses meydana gelir.
Buna karşın Türk Musikisi’nde iki sesin arasında bulunan aralıkta tam 9 ayrı ses mevcuttur. Nasıl ki Batı Müziğinde bir sesin pesten tize doğru bir diyez, tiz’den pes’e doğru bir bemol var ise. Türk Musikisinde bir sesin pesten tize doğru 9 diyezi, tiz’den pes’e doğru ise 9 bemol’ü vardır. Ancak bu 9’lu bemol ve diyez sistemi tam kullanılmamakta olup, pratikte 8’li bir dizginin içinde 24 ses aralığı kullanılmakta olup, toplamda 32 ses kullanılmaktadır. Bu da tabiki daha geniş ses sahası anlamına gelmektedir. Batı Müziğinden bir diğer önemli fark ise diziler. Bunlar 4  veya 5 farklı sesin bir araya gelerek oluşturduğu dizgelerdir ve bu dizilerin farklı olarak biraraya getirilerek oluşturulan cümlelere de Makam adı verilir. İşte Türk Müziği ile Türk Musikisinin arasındaki en önemli fark budur.

Gelelim Perdesiz Gitar meselesine. Ney enstrümanından önce 90’lı yılların başında başladığım bir gitar yolculuğum vardı. Zaman zaman alevlenip zaman zaman sönen bir aşktı bizimkisi. Ama her zaman elimin altında bir gitarım mevcuttu. Müzik sadece dinleyici olarak değil aynı zamanda icracı olarak içinde olmak istediğim bir alandı. Ancak herkesin kendine yakıştıracağı sebep ve bahaneler ile her zaman arafta kalan bir uğraş olmuştur benim için. Ta ki Ney ile buluşana kadar.
Ney beraberinde Türk Musikisini de getirmişti. Okuduklarım ve dinlediklerim karşısında şaşkına uğramış, o güne kadar dinlediğim ve alıştığım herşeyi altüst etmişti. Bambaşka bir dünya bambaşka lezzetler tatmaya başlamıştım. Keşke daha önce başlasaymışım, öğrenseymişim diye içimden geçirirken, niye ney değilde gitarla başlamışım diye içimden geçiriyordum. Ancak zamanla öğrendiklerimi acaba elimdeki gitarlara nasıl aktarırım diye içimden geçiriyordum. Yeni bir dünya keşfetmiş, acaba bu dünyayı eski dünyam ile nasıl iletişime geçiririm diye düşünürken, gitardaki “tampere sisteme” nasıl olur da acaba türk musikisini uyarlayabilirimi içimden geçirirken, bir taraftan yaptığım araştırmada, bir takım makamların uyarlanabilir, çalınabilir olduğunu internet den bir çok uygulamasını gördüm. Ancak aklıma Erkan OĞUR’un perdesiz gitardaki eserleri gelince hemen bu konuda araştırmamı yönelttim ve bu konuda bir çok insanın yöneldiğini gördüm. Peki insanlar niye buna ihtiyaç duyuyorlardı, sorunun cevabı basitti. Gitardaki Tampere sisteminin sınırlamalarının dışına çıkmak ! Ud gibi Türk Sazları içinde en önemli perdesizin icra kabiliyetine çoktandır gitaristler gıpta ile bakmış, yahu biz niye çalamıyoruz diye hayıflandıklarını düşündüm. Ama gördüğüm kadarıyla zaten gitar denen enstrüman 17.yy kadar zaten perdesiz gelmiş, Bach ve dönemin müzisyenleri tampere sistemini oturtup eserler yazmaya başlayınca ister istemez gitar da tampere sistemine dönmüş. Belki de aslına dönmek istiyordu. Netekim gitarın tarihçesine bakıldığında söz konusu bu saz batıya ispanya’nın güneyinden yani müslüman “Endülüs” devletinden yayıldığı görülmektedir. Bu hususta onun doğulu bir çalgı olduğu ve doğunun müzik sistemine uygun olarak tasarlandığının göstergesidir.

İnternet deki sayısız incelemelerden sonra bende bir “Perdesiz” aşkı hasıl oldu. Artık maymun iştahı diyelim yada başka bir şey ama bende deneyimlemek istedim. Tabi çok kolay bir mesele değildi. Öncelikle perdesiz hale getirmek için bir gitarın perdelerini sökmek gerekiyordu, tabiki bu işlemi gitar klavyesini bozmadan yapılması gerekti. Ufak bir araştırmadan sonra önce perdelerin sıcak havya ile ısıtılıp sonrasında pense ile çekilerek alındığını bulduk. Aynı tekniği eski elektro gitarım Aria Pro II üzerinde denemeye başladık. Sonuç tatmin ediciydi, gül ağacından olan klayve’ye zarar vermeden perdeleri sökmüştüm.


Bir sonraki aşama ise boşalan perdelerin yerlerinin ahşap dolgusu denen marangozların sıklıkla kullandıkları bir tür macunu kullanmak oldu. Bir müddet sonra dolguların kuruduğundan emin olduktan sonra, el ile klavye üzerinde yine aynı dolgu malzemesi ile uygulama yaptım, yani tüm klavye üzerine dolgu maddesini sürerek zeminin çukurluklarının gidermeye çalıştım. Böylelikle bir sonraki zımparalama  adımına hazırlamış oldum klavyeyi.
Havaların sıcak olması sebebi ile dolgu maddesi kısa sürede kurumuş ve zımpara işlemine geçebildim. Zemini iyice zımparaladıktan, zeminin düz olduğuna kanaat getirdikten sonra sıra eşim Eda’ya gelmişti. O yüzeyi ahşap boyası ile boyadıktan sonra çiçek işlemeli bir deseni klavyenin üzerine uyguladı. En sonunda da Eda klavyeye sprey vernik uygulayarak balkonda kurumaya bıraktı. Yaklaşık olarak kuruması için 1 hafta beklettik ve sonunda telleri takıp, akordunu yaptıktan sonra “Perdesiz” Gitarım hazırdı…


Popüler Yayınlar