Kahve… ama Türk Kahvesi olsun…



Geçen ay dikkatimi çeken kitaplardan biri de Beşir AYVAZOĞLU’nun “Kahvenizi nasıl istersiniz” isimli kitabıydı. Kahve ile olan münasebetim dolayısıyla hemen kitabı temin-i cihetine giderek okumaya başladım. Beşir AYVAZOĞLU, alışılmışın dışında bir “Kahve’nin Tarihi “ile başlıyor, sadece kahvenin bize intikali değil, bunun yanı sıra kendi alanı olan Edebiyat Dünyasındaki yansımaları, örnekleri, Kahve yapımında kullanılan alet, edevat, usul, Kahvehanelerin tarihi, Kahvehanelerde oynanan oyunların ve dönüşümlerin hikayesi. Yazar bununla da sınırlı kalmayarak Kahvenin yanında Çay’ın nasıl ve neden yer aldığını anlatıyor. Hem Kahve hem de Edebiyat severlerin severek okuyacağı bir eser meydana geliyor. Ama benim gibi “Türk Kahvesi” tutkunları için fazlaca Edebi mecralarda gezen bir kitap olduğunu belirtmek isterim.

Kahve ile münasebetim ya da onun benimle olan münasebeti benim için bir aile geleneğidir. Anne tarafımın Balkan kökenli oluşumudur? yoksa hepsinin sağlam Türk Kahvesi müptelası olmaları mı ? yada Baba tarafımın Doğu kökenli oluşumudur? Kahve ile aramda derin bağların oluşu ? Ama bir tarafım Babam nedeniyle kahvenin Batı usülü yani makinede filtreden geçirilmiş şımarık halini de seven, bir taraftan Annem nedeniyle Türk usulü cezvede pişen asil halini de pek seven ben, bir tek “neskafe” diye tabir edilen “instant” yani toz tarzı hızlı tüketime hizmet eden o melun dipsiz karanlığı sevmem. Sanki ölüyü diriltmiş, ağzını açmaması gerekeni hortlatmış, türlü türlü zevksizliği kapı önüne bırakıp kaçmış gibidir bu Kahve’nin “Frankenstein” hali !. Oysa Türk kahvesi öylemindir efendim ? Kahve denilen çekilmiş kahverengi o asilzadenin su, şeker ve ateş ile terbiye edilmesidir. Sonrada haddini bilir, fincanlara kararınca konmasıdır. “Had” demişken, “Karar” demişken, o küçücük fincan bize hem haddimizi, hududumuzu, hem de kararında olmayı öğretir. Haddi ile vaktimizi, kararı ile hakkımıza düşeni hatırlatır.

Popüler Yayınlar